Artwork

Player FM - Internet Radio Done Right
Checked 4M ago
Vor sechs Jahren hinzugefügt
Inhalt bereitgestellt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar. Alle Podcast-Inhalte, einschließlich Episoden, Grafiken und Podcast-Beschreibungen, werden direkt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar oder seinem Podcast-Plattformpartner hochgeladen und bereitgestellt. Wenn Sie glauben, dass jemand Ihr urheberrechtlich geschütztes Werk ohne Ihre Erlaubnis nutzt, können Sie dem hier beschriebenen Verfahren folgen https://de.player.fm/legal.
Player FM - Podcast-App
Gehen Sie mit der App Player FM offline!
icon Daily Deals

Özgür Yorum

Teilen
 

Manage series 2555552
Inhalt bereitgestellt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar. Alle Podcast-Inhalte, einschließlich Episoden, Grafiken und Podcast-Beschreibungen, werden direkt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar oder seinem Podcast-Plattformpartner hochgeladen und bereitgestellt. Wenn Sie glauben, dass jemand Ihr urheberrechtlich geschütztes Werk ohne Ihre Erlaubnis nutzt, können Sie dem hier beschriebenen Verfahren folgen https://de.player.fm/legal.
Can Dündar hafta içi her gün, sizler için günün gelişmelerini yorumluyor.
  continue reading

789 Episoden

Artwork

Özgür Yorum

updated

iconTeilen
 
Manage series 2555552
Inhalt bereitgestellt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar. Alle Podcast-Inhalte, einschließlich Episoden, Grafiken und Podcast-Beschreibungen, werden direkt von Ela Bilhan and ÖZGÜRÜZ RADYO | Can Dündar oder seinem Podcast-Plattformpartner hochgeladen und bereitgestellt. Wenn Sie glauben, dass jemand Ihr urheberrechtlich geschütztes Werk ohne Ihre Erlaubnis nutzt, können Sie dem hier beschriebenen Verfahren folgen https://de.player.fm/legal.
Can Dündar hafta içi her gün, sizler için günün gelişmelerini yorumluyor.
  continue reading

789 Episoden

所有剧集

×
 
Türkiye siyasetinde “iyi saatte olsunlar” diye bir tanım vardır. Tarifi zor. Pek ortalıkta görünmezler, ama her krizde müdahale edip raydan çıkmak üzere olduğunu düşündükleri treni raya sokar, tekrar kaybolurlar. Bu isim, eskiden askerler için kullanılırdı; zamanla “derin devlet”e yapıştırıldı. Tarihimizde örneği çoktur; bir kısmını, yaptığım belgesellerde işlemiştim.…
 
“Hakkınızı helal edin” dediklerin, depremde ölüme terk ettiklerin… “Ailem enkaz altında, yetiş” diye yalvaranların üç gün imdadına yetişmediğin için hakkımızı helal etmiyoruz. Asker korkusundan orduyu bölgeye göndermediğin, yardıma koşanları da engellediğin, imdat çağrılarının tek aracı sosyal medyayı, aczin ortaya çıkmasın diye kestirdiğin için hakkımızı helal etmiyoruz.…
 
Sıkıysa polis barikatının ardından küfretmekten vazgeç de, korumalarını bırakıp tekbaşına git, üç gün çocuğunun “imdat” çağrısını dinleyerek çaresizce bir iş makinesi beklemiş bir babaya, çadır bulamadığı için yağmur altında titreyen anaya söyle bunları… Bak bakalım ne cevap alacaksın. Duyacakların karşısında hala böyle rahat küfredebilecek misin?…
 
Ama daha derine inildiğinde, demokrasi kültürünü, aile içine taşımanın zaruriyeti de görülüyor. Tek adam saplantısı, büyük ölçüde ataerkil aile düzenine dayanıyor. İtiraz kabul etmeyen, iknaya değil, itaate dayalı bu düzen, en ufak farklı sesi, şiddetle boğuyor. Ailedeki baba figürü, kulları olarak gördüğü aile bireylerini, ayakkabısını yalamaya zorluyor. İşe aileden başlayıp eve, okula, camiye, ofise, sokağa, ekrana itiraz kültürünü, tartışma geleneğini, empati alışkanlığını, katılımcı demokrasiyi sokmadığımız sürece, mecliste, partide, bürokraside, iktidarda daha çok ayakkabı yalayıcısı görürüz.…
 
Artık açıkça belli ki, bu kalplerden biri, seçim öncesi kirli işlere hazırlanıyor. Çakıcı’nın mesajlarından Erdoğan’ın çıkışlarına kadar hissedilen bu hazırlık, SADAT’ın Kılıçdaroğlu röportajına verdiği ilanla hepten açığa çıktı. Artık gizlenmeye gerek duyulmayan, aleni bir hedef gösterme var. Öteki devletin kalbine gelince… Belli ki Kılıçdaroğlu’na içerden bilgi akıyor. Tehditler ciddiyetle değerlendiriliyor ve CHP lideri etrafındaki koruma çemberi artırılıyor. Grup toplantısındaki “Be çakallar” çıkışını biraz da bu çerçevede değerlendirmek lazım. Kılıçdaroğlu, resti gördü, karşı restini çekti. Belki de ön almak istedi.…
 
Erdoğan, kullanım tarihi geçmiş bir silahı, yeniden kılıfından çıkarıyor. Seçim kampanyasına başörtüsünü bayrak yaparak giriyor. İşe yarar mı? Altılı masa bu oyuna gelmezse yaramaz. Ama kampanyada Erdoğan’ın, “Bakın bunlar yine yasak getirecek” yalanıyla ekonomik krizin üzerini başörtüsüyle kapatma taktiğine şimdiden hazırlık yapsalar iyi olur.…
 
Brezilya’dan gelen görüntülere bakınca, Türkiye için kaygılanmamak zor… Son birkaç seçimde iktidar, sandık çalmanın da, seçimi tanımamanın da örneklerini verdi. Seçmen, her seferinde bunları püskürtmeyi ve daha güçlü bir irade ortaya koymayı başardı. Ancak sıradaki seçim, Erdoğan’ın ölümüne asılacağı bir seçim olacak. Amerika’daki ya da Brezilya’daki gibi, devrik rejim taraftarı bir çapulcu ordusunun seçimi inkâra dönük kalkışması ihtimal dâhilindedir. O yüzden, bir yandan seçmenin oyunu kazanmaya çalışırken, öte yandan sandığı sımsıkı korumaya ve seçim sonrasındaki kışkırtmaları önlemeye de akıl yormak ve hazırlıklı olmak, hayati önemdedir.…
 
İstanbul Belediye Başkanı da basın toplantısında “Bu hukuksuzluklara devam ederseniz, vatandaş Ekrem İmamoğlu olarak hiçbir sıfata gerek olmadan mahalle mahalle tüm Türkiye’yi gezerek bunları anlatacağım” dedi. Tanıdık geldi mi? Türkiye, belli aralıklarla birbirine benzer tuzaklar kuran güç odaklarının yarışında bir yüzyılı kaybetti. Dileyelim Cumhuriyet’in ikinci asrı, demokrasinin önündeki tuzakların kapandığı, özgürlüğün yollarının açıldığı dönem olsun.…
 
“Hiçbir otoriter lider seçimle gitmez” diyenlere, “Sandıkta yenilse milislerle direnir” diye düşünenlere, “Sermaye, kullandığı iktidarı harcatmaz” sananlara Brezilya iyi bir cevap verdi. Türkiye ise siyasal İslam’ın nasıl demokrasiyi kullanarak onu yok edebileceğine örnek oldu. Şimdi onun demokratik yollardan defedilebileceğini dünyaya gösterme zamanı……
 
Artık belli oldu: İstanbul Belediyesi’ne kayyum geliyor. “Olamaz” denilen birçok musibet gibi bu da olmak üzere… Halkın iradesine el konulacak. İmamoğlu “Gökkubbeyi başınıza yıkarız” dedi. İyi de nasıl? Bu lafın, altı boş bir tehdit olarak kalmaması için, muhalefetin bir hazırlığının olması lazım. İki kez seçimle alınan İstanbul, hülle ile AKP’ye devredildiği gün ne yapacaklar? Şiddetle kınamak, yargıya başvurmak, hesabını sandıkta sormak dışında tabii… Bunların hiçbir işe yaramadığını gördük. Erdoğan, parti kapatmaktan adaylara siyaset yasağı koymaya, meydanları kapatmaktan medyayı tamamen susturmaya kadar bir sürü hazırlık yapıyor. Dahası da gelecek, belli… İktidarı kaybetmemek için, her yolu deneyecek.…
 
85 milyonluk bir stadyuma doluşmuşuz. Sahadaki maçı izliyoruz. Kimimiz açız, kimimiz yoksul, kimimiz adalet arayışında… Kimi umudu kesmiş çoktan, bir ayağı dışarıda… Kimimiz sürgünde, kimimiz hapis… Öfke doluyuz, ama yanımız yöremiz polis; ses etmeden hayatımız üzerine oynanan oyunu izliyoruz. Bizler; namusuyla ölesiye çalıştığı halde evine ekmek götüremeyenler, cephede çocuğu ölenler, işsizler, fakirler, dişinden tırnağından artırıp biriktirdiğine el konanlar… Ölüm-kalım maçımız bu; sonucu, kaderimizi belirleyecek. Ama ses bile çıkaramıyoruz; hiçbir söz hakkımız yok.…
 
Tam diktatörlüğün büyük cezaevini örüyorlar tuğla tuğla; görmüyor musunuz? Cezalandırarak, tokatlayarak, saldırarak bütün toplumu esir etmeye hazırlanıyorlar. Topluca o tokatlayan polisten hesap soracağınıza, birbirinizi tokatlamaktan nasıl bir fayda umuyorsunuz ki? “Bunlar daha muhalefetteyken böyleyse, iktidarda nasıl yönetecekler” sorusuna yol açtığınızı fark etmiyor musunuz? Bir kez daha kaybederseniz bedelinin çok ama çok ağır olacağını görmüyor musunuz? Görüyorsanız neden aranızdaki bu itişmeye bir son vermiyorsunuz?…
 
Şimdi daha iyi anlıyoruz; neden İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıktıklarını; neden “aile birliğini yok olur” dediklerini, değil mi? Elbette İstanbul Sözleşmesi’yle gelecek kurallar dizisi, 6 yaşında bir çocuğun, bir tarikat bünyesinde evlendirilip senelerce tecavüze uğramasına engel olurdu. Babası eliyle 6 yaşında kocaya verilen o çocuk, istismar şüphesiyle hastaneye kaldırıldığında kemik yaşı raporu gizlenemezdi. Doktorlar ayağa kalkar, savcılık soruşturma açar, kamuoyu hesap sorardı. Timur Soykan’ın BirGün Gazetesi’nde yazdığı “6 yaşındaki gelin” haberinden hepimiz utandık; hükümet utanmadı. Aile Bakanlığı, bırakın soruşturma açmayı, tepki bile bildirmedi. Devletin tarikatların eline geçtiği bir kez daha anlaşıldı; tabii laikliğin kıymeti de……
 
Meclis’teki son saldırı, “demokrasinin tapınağı” sayılan kurumun ne hale getirildiğinin son örneği... Haberlerde “Meclis’te kavga” diye verilse de bunun, taş yüzüklü bir Saray fedaisinin Erdoğan’ın gözüne girmek için yaptığı bir saldırı olduğu ortada…
 
CHP’nin vizyon toplantısında Amerikalı bir uzmanın konuşmasının ardından yandaş medyada “yerli ve milli değiller” saldırısı başladı. ABD’nin teşviki ve desteğiyle iktidara gelmiş, ülkenin tüm kaynaklarını yabancılara peşkeş çekmiş bir parti için komik bir suçlama; ama yine de cevaplanmayı hak ediyor. Geçen gün Timur Soykan, 6 yaşındaki kızını evlendiren bir tarikatçının haberini yaptı. Tamamen “yerli ve milli” bir tarikat bu… Buna karşın dünyanın her yerinde çocuk istismarına karşı mücadele veren örgütler var. Şimdi siz yerli ve milli tecavüzcünün mü yanındasınız, onları deşifre eden dünya gönüllülerinin mi?…
 
Muhalefet, sadece seçim aritmetiğini değiştirmekle kalmayıp, Türkiye’nin kangrenleşmiş Kürt sorununda da bir yeni açılım şansı verecek bu fırsatı değerlendirecek mi? Yoksa ayağına ateş ederek, seçimin kilit partisini dışlayıp Erdoğan’ın mehter yürüyüşüne mi katılacak? Seçimin sonucu, biraz da bu tercihe bağlı……
 
Türkiye, 15 yıl önce rayından çıkarılan demokrasi trenini yeniden rayına koymaya, Erdoğan’ın tek adam rejiminden kurtulmaya çalışıyor. Muhalefetin açıkladığı anayasa taslağının özeti bu: Başkanlık rejimine son verirken, bir daha Erdoğan gibi despotun demokrasiyi kullanarak onu yok etmesinin önüne geçmek……
 
Sözüm ona aranırken eşi ve oğlunun Saray’da Erdoğan tarafından ağırlanmasının sırrını da açıklayabilirdi Bozkır. Neden konuşmaya karar verdiğini ve konuşunca hangi pazarlıklarla ve ne karşılığında apar topar iade edildiğini de… Neyse; savcının sormadığı bu soruları bir soran olmuştur elbette kendisine… O da çıkar yakında……
 
Görün artık: Baskıyla, tankla, topla, inkârla, nefretle çözemediniz. NATO’nun en büyük ordusunu beslemek uğruna Avrupa’nın en yoksul halkını yarattınız. Yenildiniz. 50 bin cana malolan bu savaşın ardından bize 80 model Evren nutukları atacağınıza artık bu gerçeği kabullenin. Bırakın. Bir kez de barışa şans tanınsın. Daha fazla kan akmasın, ana babalar ağıt yakmasın. Savaş lortları değil, halklar kazansın.…
 
Altılı Masa konusunda kafalar karışık. Erdoğan’dan bıkmış kitlelerdeki beklenti o kadar yüksek ki, uzayıp giden buluşmalar serisi kolayca yılgınlığa dönüşüyor. Adayın geciktirilip spekülasyonlara fırsat verilmesi, masadan habire çatlak seslerin duyulması, “Bunlardan bir şey çıkmayacak” umutsuzluğunu besliyor. Rutine binen toplantılar, ilk baştaki heyecanı yaratmıyor. İktidarın seçim kampanyasını başlatmasına karşın Millet İttifakı’nın hala “Komisyon kurduk, çalışıyoruz” aşamasında olması, sabırları taşırıyor.…
 
İstiklal’de patlayan bomba, iki gündür herkesin dilinde… Herkesin bir teorisi var: En yaygını, “Seçim yaklaştı, kaos planı devreye sokuldu” teorisi… Ama dış güçlerden, PKK’ya, IŞİD’den istihbarata kadar pek çok muhtemel failin adı da dolaşımda… ilginç olan, pek az insanın hükümetin dediklerine inanması……
 
Dikkat ederseniz, sürekli Batı’nın kendisini devirmek için planlar yaptığını iddia eden Erdoğan hiç bu konuya girmiyor artık. Neden? O suçladığı emperyalist Batı, çıkarı gerektirince kendisinin safına geçti, eleştiriyi kesti de ondan… Hep söylüyorum: Türkiye’de bir değişim olacaksa Batı sayesinde değil, Batı’ya rağmen olacak.…
 
Şimdi, iktidarının 20. yılında, kendisini iktidara getiren koşullar yeniden oluşmuş durumda: Ekonomik kriz, yolsuzluklar ve yorgun bir iktidar… Siyasal İslamcılar, 20 yıl önce, bir kriz ortamında yoksul kitlelerin kendilerine verdiği şansı kendilerini zengin etmek için kullandı. Merkez siyaset eski hatalarını tekrarlamazsa bu kez onlar, sekiz ay sonra sandığa gömülecekler.…
 
Belli ki, ülkenin muhalefetinin karargâhını dinlemişler, kullanmak için ortam kolluyorlar. Böyle bir dinleme skandalı, ABD’de Watergate’i yaratmış, hükümeti devirmişti. Devletin istihbaratını, polisini, askerini muhalefete karşı kullanmak, yolun sonuna geldiklerini kanıtlayan son çılgınlıktır. Muhalefet, korkmadan bu çılgınlığın üzerine gitmeli, devlet zorbalığına karşı kararlılıkla sivil siyaseti savunmalıdır.…
 
Brezilya’da sadece Lula kazanmadı, yoksullar kazandı, Amazon ormanları kazandı, silahlanmaya karşı mücadele kazandı. Dünyada otoriterliğe, azgın sermayeye karşı savaşanlar kazandı. Umut kazandı. Latin Amerika’dan yayılan bu rüzgârın Polonya’dan Macaristan’a, Belarus’tan Tunus’a, Endonezya’dan Guatemala’ya, Botswana’dan Türkiye’ye dek esmesi umuduyla... Darısı başımıza!…
 
Türkiye’de doğan Suriyelilerin Türkiye’yi ele geçirmesinden korkan ya da “PKK”nın 10-15 çocuk doğurmasından paniğe kapılan Türkler için ibretlik hikâye… Evet, bu fikre hazır olun: Belki 50 yıl sonra Türkiye’yi de, istanbul doğumlu bir Suriyeli genç yönetecek. Çünkü yurtseverlik, etnik kimliğinizle, aile köklerinizle, dinsel, cinsel tercihlerinizle ilgili bir şey değil; en yurtseverler, çalıp çırpmadan işini en iyi yapanlardır.…
 
Ne demek istediğini herkes anladı aslında: “PKK” derken Kürtleri kastetti; karşısındaki Türk kadınına, “Kürtler çok ürüyor, siz de doğurun” demek istedi. Böylece Kürtlerin çocuk yapmasını terör faaliyeti gibi sunarken, Türklerin çocuk yapmasını bir güvenlik meselesi gibi gösterdi. Tek kelimeyle korkunç… Bu lafları, devletin başındaki adamın zihni melekelerinin zayıflamasıyla ya da ırkçı ideolojik mazisiyle açıklamak yetmez. Burada, herkese ağzına geleni söyleyebilme cüreti ve herkesin hayatına hükmetmeye kalkışma hadsizliği var. Tam da yasada suç sayılan “halkları birbirine karşı kışkırtma” suçu var.…
 
Aramızdaki temel ve büyük fark şu: Siz, önüne geçilmez, er ya da geç gelecek, göklerden gelen bir karar olduğu inancıyla, önüne geçilebilecek bütün facialara pişkince yüz çevirebiliyorsunuz. Biz, her şeyin başka türlü olma ihtimaline inandığımız ve onun olması için mücadele ettiğimiz için de bizi inançsızlıkla suçluyorsunuz.…
 
Bugüne kadar eleştirileri ya bas bas bağırarak veya kafa ya da çene okşayarak geçiştiren Soylu, -Schiller’in dediği gibi- bir gün kendi saadetine yenilir elbet… Ama onun ve onun gibi mağrurların yenilmesi için, başta muhalefet olmak üzere herkesin “evindeki yabancı” konusunda tetikte olması şart…
 
Öcalan’dan nefret edebilir, anılmasına tepki verebilir, gücünüzü kullanıp gösterileri yasaklayabilirsiniz; ama parlamentoda görev yapan, halkın meşru temsilcisine polisi saldırtıp ayağını kırdıktan sonra bir de marifetmiş gibi savunursanız bunun adı “devlet terörü” olur. Ve devlet terörü, yasal kılıf altında yasadışı bir zorbalık olduğu için, her terör eyleminden daha tehlikelidir.…
 
Biz gazeteciler, 12 Mart’tan 12 Eylül’e nice darbede baskı görmüş, Menderes’ten Özal’a, türlü çeşit otokratın sansürünü savuşturmuşuz; Şair’in deyişiyle “tüzüklerle çarpışarak” büyümüşüz; bununla da başederiz. Asıl onlar, sansürcülerin sonuna bakıp korksun.
 
Vandallığın böyle önünün açıldığı, kollandıkça azgınlaştığı yerde çare, önce balığı baştan kokutan rol modelin def edilmesi, sonra şiddetin en ağır şekilde cezalandırılması, en önemlisi örgütlü iyiliğin devreye sokulup barbarlığın geriletilmesidir. Ancak birbirimize sahip çıkarak kötülüğü yenebilir, insanı yaşatabilir, yaralarımızı sarabiliriz.…
 
Önyargısız olan herkes, son dönemde altılı ittifakın, yaklaşan seçime dair umut vermekten uzak olduğunu, beklentiyle güven arasındaki dengenin bozulduğunu görüyor. Liderler tepede birbirini ziyaretler ededursun, kurmaylar altta neredeyse birbirinin gözünü oyuyor. “Kim aday olacak” spekülasyonlarına izin verilmesi, bir türlü somut alternatif politikaların gündeme getirilmemesi de cabası……
 
Hazırlıklı olmalıyız: Türkiye, 2015 tuzağına yeniden düşürülmek istenebilir. Kimi iç güçler, dış güçler, kullanışlı örgütler buna destek verebilir. Önemli olan Türkiye’nin tuzağa düşmeden bu girdaptan çıkmasını isteyenlerin ne yapacağıdır. Uzaktan izlemenin, şiddetle kınamanın, hemen “milli beka sorunu” deyip iktidara yanaşmanın bir işe yaramadığı görüldü. Şimdi her tür provokasyona karşı kitleleri uyarmanın, sürekli tetikte olmanın ve anında demokrasiden yana aktif tavır koymanın zamanıdır. Pazar günü toplanacak Altılı Masa, 2015’in o korkunç beş ayında ne yaşandığını bizzat dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’ndan sorup ona göre tavır saptamalıdır.…
 
İmamoğlu bu davadan mahkûm olursa siyasi yasaklı hale gelebilir. Yaparlar mı? CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’ndan sonra Belediye Başkanı İmamoğlu’na da yasak koyarlar mı? Siyasetteki yükselişini biraz da benzer bir mahkûmiyet kararına ve kısa tutukluluğuna borçlu olan Erdoğan, seçimdeki muhtemel rakiplerinden birine böyle bir mağduriyet payesi hediye etmek ister mi? Sanırım artık hiç kimse, iyiden iyiye köşeye sıkışan bu iktidar için “şunu yapmaz” diyemiyor; “her şey beklenir” demek daha doğru… Ama sonuç ne olur derseniz; “Böylesi bir karar, yaptığı hatalarla kendi adaylığını riske atan İmamoğlu’na ve iç çekişmelere kapılan muhalefete toparlanma şansı verir” derim.…
 
Erdoğan’ın Şangay zirvesinde çektirdiği fotoğraf, Türkiye’nin girmeye çalıştığı yeni ailenin portresini ortaya koydu: Fotoğrafta Erdoğan, Rusya’nın, Belarus’un, Azerbaycan’ın, Tacikistan’ın devlet başkanlarıyla görünüyordu. Batılı ülkeler bir NATO ülkesi liderinin karşı ittifakın zirvesinde fotoğraf vermesini garipsedi. Bizler için garip olan ise her Türk vatandaşının bu fotoğrafla gurur duymasının istenmesiydi. Türkiye asırlık demokrasi yürüyüşünden vazgeçip “otokratlar kulübü”ne girdi diye niye gurur duyacaktık ki?…
 
Sedat Peker’in Saray’dan iki kelle koparmasının ardından susturma çabaları zirveye çıktı: Önce Birleşik Arap Emirlikleri nezdinde diplomatik baskı artırıldı; Peker’e video kaydından sonra Tweet yasağı da getirildi. Başka bir hesaptan da olsa tweet atmaması rica edildi. Bu, tam anlamıyla bir dijital tecritti. Bir anda “Deli Çavuş” hesabındaki paylaşımlar durdu. Ardından Murat Ağırel, Sedat Peker’in kellesi için ödül konulduğunu uluslararası suç örgütlerine suikastı karşılığı ödül vaat edildiğini duyurdu. Erk Acarer, Peker’e suikast için önerilen paranın 5 milyondan 25 milyona çıkarıldığını yazdı. Son olarak da Peker’in Beykoz’daki evi silahlı saldırıya uğradı, evi korumakla görevli Yılmaz Günay 3 kurşunla yaralandı.…
 
Mafya ağzının adliye kapılarından belediye salonlarına, siyasi sindirme operasyonlarından uluslararası ilişkilere kadar her zeminde kullanılmaya başlaması kaygılandırmalı bizi… Halka “akılsız” diyene “Sensin akılsız” der geçersiniz, ama “akıllı ol” diyerek parmak sallayan biri karşısında halk gerçekten tehdit altındadır. Dileyelim de, iktidardan sonra muhalefete de hâkim olmaya başlayan bu “akıl tutulması” bir an önce son bulsun.…
 
Türkiye ve Yunanistan’ın sadece halkları, yemekleri, iklimleri, müzikleri benzeşmiyor, siyasi ve ekonomik halleri de benzeşiyor. Türkiye’de Haziran’da seçim var, Yunanistan’da Temmuz’da… Erdoğan gibi, Yunan Başbakanı Miçotakis’in popülaritesi de hızla eriyor. Ta Nea’daki son ankete göre iktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nin oyu yüzde 31’e düştü. Muhalefetteki SYRIZA ile aradaki fark, yüzde 6’ya indi. Halkın en büyük sorunu enflasyon… Yani hem Erdoğan’ın hem Miçotakis’in eriyişlerini durdurup enflasyonu unutturacak bir çareye ihtiyacı var. Ve maalesef eldeki en kullanışlı çare, yine Ege’de bir kriz yaratmak……
 
CHP’li Gürsel Tekin’in laf arasında söylediği bir söz, muhalefet ittifakının açık yarasını ortaya koymaya yetti. Tekin, “HDP’ye de bakanlık verilebilir” cümlesini, demokrasilerdeki doğal bir hak olarak ifade etti, ancak yandaş medya hemen bu cümlenin üzerine atlayıp “Altılı Masa HDP’ye bakanlık verecek” propagandasına başladı.…
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de onayını alan bu örnek iyi incelenmelidir. Orada yapıldığı gibi, seçim sonrası Meclis’te kurulacak bağımsız ve yetkin bir değerlendirme komisyonu ile mesleğine ihanet etmiş yargıç ve savcılar meslekten ihraç edilmeli, suç işleyenler yargılanmalıdır. Ardından hızla yargıda yeniden yapılanma başlamalı, çürüyen sistem en baştan inşa edilmelidir. Dilerim muhalefet ittifakı bunun için gerekli hazırlıkları yapıyordur.…
 
Daha önce Peker’in iddialarını izlemekle yetinen muhalefet partileri, ayan beyan ortaya dökülen büyük soygun karşısında daha fazla sessiz kalamadı ve hep birlikte suç duyurusunda bulundular. Bunun hukuki anlamı yok; ama siyasi anlamı çok: Peker ifşaatları kararlı bir şekilde adım adım, bütün bu suç şebekesini yöneten asıl isme yürüyor. Ve muhalefet bu gelişmeyi görüp Peker’in ifşaatlarını gündeme taşıyor. Sırada üçüncü aşama var. Sanırım o aşamada da Peker, “Erdoğan iyi, çevresi kötü” sananları susturacak.…
 
Cem Yılmaz’dan Gülşen’e, Tarkan’dan Şahan’a, Melek Mosso’dan Birce Akalay’a pek çok popüler kültür şöhreti, tweet’leri ya da sözleriyle iktidarın şimşeklerini üstüne çekiyor. Bu, biraz da onların hala sinmemiş olmasından ve sözlerinin geniş kesimde yankılanmasından kaynaklanıyor. Yoksa mesele din hassasiyeti olsa, aynı hassasiyeti, cami çıkışı eskortlarla buluşan imamlara, tarikat yurdunda tecavüze uğrayan çocuklara, çalıp çırparak kul hakkı yiyen iktidar mensuplarına, her Cuma bir ayet sallayan “Bakara makaracı” bakanlara da göstermezler miydi?…
 
Belli ki, iktidarın çatırtısı işitildikçe, muhalefet üzerinde sermayenin baskısı da artıyor. İktidara aday olanların gözden kaçırmaması gereken bir şey var: “Devlette devamlılık esastır” diyerek bu kirli düzenin süreceğini vaat edenlerin, hukuksuzluktan mağdur olan öfkeli milyonlar karşısında en ufak şansı yok.…
 
Erdoğan’ın “Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsa hepimiz boğulacağız” sözleri eleştiriliyor. Gemiyi kayalıklara süren kaptan ile ayağında prangayla kürek çeken milyonların aynı gemide sayılmayacağı anlatılıyor. Ama sanırım bir yanlış anlama var: Erdoğan’ın açıklaması dikkatle okunursa sözlerinin muhatabının bizler, yani sıradan faniler olmadığı kolayca anlaşılabilir. Geminin asırlık kürek mahkûmları, yamakları, miçoları, kamarotları, ikinci sınıf yolcuları, Erdoğan’ın umuru bile değil… O, kendi eliyle büyütüp geminin başköşesine oturttuğu oligarklarına sesleniyor.…
 
Seçim öncesi tavizler verip büyük uzlaşmalar vaat edebilir. Şimdiden Alevilere yaptığı türden jestlerle oy devşirmeyi deneyebilir. “Kim inanır” demeyin; Altılı masada umut görmeyen bazı muhalif kesimlerde, Erdoğan’ın zayıflığından yararlanarak taviz koparma işaretleri gözleniyor. Seçimin kaderini etkileyecek ittifaklar gelişebilir. Aylardır, havalı lüks araçlarla geldikleri parti kapılarında el sıkışıp sadece masa fotoğrafı veren altı liderin, yaptıkları şeyin bir altın gününden fazlası olduğunu kanıtlamasının vakti geldi de geçiyor. Girdiğimiz son düzlük, sonsuz sürprizlere ve tehlikelere gebe……
 
Ataol Behramoğlu, 12 Eylül’den sonra Maltepe Askeri Cezaevi’nde tuttuğu notlarda şöyle diyordu: “Belki 100 yıldır tekrarlanıp duran bir senaryonun yeni aktörleri gibiyiz. İyi ve akıllı insanlar, belli dönemlerde hapse atılıyor, işsiz bırakılıyor, posaları çıkarılıyor ya da öldürülüyor. Türkiye’de aydının neredeyse değişmez yazgısı…”…
 
Erdoğan, Batı ile Rusya arasında, Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’ninkini Ali’ye giydirerek oynadığı bu tehlikeli oyunla, iktidarını korumaya çalışıyor. Ancak Şam yolunda girdiği arazide, daha önce kendisinin döşediği mayınlar birer ikişer patlamaya başlıyor. Dileyelim onun iktidara tutunmak için aldığı riskler, Türkiye’ye pahalıya patlamasın.…
 
Sedat Peker’in konuşmaya başlamasıyla, 50 yıldır Türkiye’yi kana bulayan, kandıran, soyan “Kırkharamiler” çetesi, içerden ağır yara aldı. Açılan kara kutudan sürekli pislik akıyor. Peker’in çektiği her video, attığı her tweet, bize bu çetenin nasıl kan dökerek, bomba atarak, insan kaçırarak, şantaj yaparak semirdiğini, nasıl güçlendikçe devleti teslim aldığını ve Saray’a kadar tırmandığını gösteriyor.…
 
Seçim öncesi en riskli döneme giriyoruz. Önümüzdeki kritik süreçte, AKP’nin eriyen iktidarını korumak için, bütün gücüyle güvenlik tuşuna basacağına dair sayısız işaret var: Ege’de kriz arayışı, Suriye’ye operasyon hazırlığı, HDP’ye kapatma davası, “Camide içki içtiler” propagandası, milislerin kışkırtılması… Operasyonlar ve provokasyonlarla kitlelerde güvensizlik hissi ve panik yaratıp “Bu kaos ortamını, ancak güçlü bir liderle aşarız” diyecekler.…
 
Davutoğlu ve Babacan’dan sonra AKP’nin çöküşünün hızlandığı doğru… Ancak özellikle Davutoğlu’nun cevap videosunda gösterdiği, “bizden önceki Erdoğan”, “bizden sonraki Erdoğan” kıyaslaması pek gerçekçi değil. Evet, 2002’deki Erdoğan’ın, 2022’deki Erdoğan’la ilgisi yok; ama bunun tek nedeni, yakın ekibinin onu terk etmesi değil……
 
Yandaş medya Bozkır’ın büyük bir MİT operasyonuyla Türkiye’ye getirildiğini söylese de muhtemelen bu, Ukrayna’nın drone karşılığı yaptığı bir teslimattan ibaretti. Bozkır, daha önce kendisiyle görüşen Toygun Atilla’ya “Hamlemitoğlu’nu ben öldürmedim. Devlet biliyor. Hedef şaşırtıp cinayeti benim üzerinden örtülmeye çalışılıyor” demişti. İşkence gördüğü belli fotoğrafı çekildikten sonraki ifadesinde cinayette rol aldığını kabullendiği bilgisi basına sızdırıldı. Gözden kaçan bir gerçek de şu ki, Bozkır’ın ifadesinde, cinayete katıldığı iddiasıyla adını verdiği dört kişi de, savcılık tarafından salıverildi.…
 
Daha onlarca örnek var: Rant batağına saplanmış, rüşvete bulaşmış, yolsuzluk çarkının bir parçası haline gelmiş yargı çetesi, çökmekte olan sistemin en rezil parçasını oluşturuyor. Bu sistem yıkılacaksa onlar sayesinde değil, onlara rağmen yıkılacak ve gün geldiğinde savcı koltuklarından kalkıp sanık koltuğuna oturacaklar.…
 
Bugün Sedat Peker’den sonra Levent Göktaş örneğinde, duvarda yeni bir gedik açıldığını görüyoruz. Derin kavga, bir kez daha gün ışığına çıkıyor. Yine eski bir “kahraman”, “hain”e dönüştürülüyor. İnşa edilen kanlı duvarın bir ucu Suriye’ye, bir ucu Saray’a dayanıyor. Devletin kirli sırlarının ortakları, “kullanılıp atılmanın”, büyük ranttan dışlanmanın acısıyla konuşuyor ya da “Konuşup hepinizi yakarım” tehdidiyle koruma veya ranttan pay istiyor. Bizler de bu kavgadan sızan bilgi kırıntılarından, duvarın tümünü görmeye, altından sızan kanın sırrını çözmeye, suçları, suçluları deşifre etmeye çalışıyoruz. Susurluk bir temizlenme fırsatıydı; kaçırıldı. Önümüzde yeni bir fırsat var. Duvardan çatırtı sesleri geliyor yine… Bakalım bu kez de az hasarla atlatacaklar mı, yoksa bu çatlarlar sayesinde duvarın tamamen yıkılmasının yolu açılacak ve ülke aydınlığa kavuşacak mı?…
 
Loading …

Willkommen auf Player FM!

Player FM scannt gerade das Web nach Podcasts mit hoher Qualität, die du genießen kannst. Es ist die beste Podcast-App und funktioniert auf Android, iPhone und im Web. Melde dich an, um Abos geräteübergreifend zu synchronisieren.

 

icon Daily Deals
icon Daily Deals
icon Daily Deals

Kurzanleitung

Hören Sie sich diese Show an, während Sie die Gegend erkunden
Abspielen